28 Ocak 2012 Cumartesi

Âşık Kadınlar


                                                              Yazar: D.H. Lawrence
                                                              Yayınevi: Can Yayınları

                                                              Orijinal Dili: İngilizce
                                                              Çeviren: Nihal Yeğinobalı
                                                              Orijinal Adı: Women in Love
                                                              Kapak Tasarımı: Erkal Yavi
                                                              Basım Yeri / Tarihi: İstanbul, Aralık 2009- 1.Baskı


  
D.H. Lawrence, Chatterley'in Sevgilisi, Bakire ile Çingene, Oğullar ve Sevgililer gibi romanlarıyla tanınan modernist sanat akımının önemli yazarlarındandır.
En incelikli, en yetkin yapıtı sayılan Âşık Kadınlar, İngiltere’nin, maden işletmeleriyle ünlü bir taşra kentindeki Ursula ve Gudrun kardeşlerin aşk öyküleri üzerine kurulmuş. Ursula cinsellik konusunda farklı görüşleri olan bir aydına, Gudrun ise cinselliği pratik boyutta yaşayan zengin bir sanayiciye âşık olur. Bu iki çiftin birbirleriyle ve çevreleriyle olan ilişkilerinde, çelişki dolu bir beklentiler yumağının çözülüşünü izliyoruz.

Âşık Kadınlar, ilk yayımlandığında cinselliğe ağırlık veren yapısı nedeniyle sert eleştirilerle karşılandı, hatta müstehcen olarak damgalandı. Oysa Âşık Kadınlar, iki kardeşin ilişkilerinin yanı sıra, alttan alta yazıldığı dönemin kültürel değişimini de yansıtıyor. Kitapta savaştan hiç söz edilmiyor olsa da, sanayileşmiş dünyadaki gelişmelerin Birinci Dünya Savaşı’nda yaşanan insan kıyımına yol açtığı ve bu koşullarda kendimize “insan” demenin bir anlamı olup olmadığı sorgulanıyor. Böyle bir ortamda aşk, evlilik, aile, dostluk gibi insanca ilişkilerin gerçek değeri sorusuna yanıt aranıyor. (Arka Kapaktan)





Yorumlarımız:



D.H. Lawrence’ın Aşık Kadınlar (Women in Love) kitabını okumamızın benim açımdan çok isabetli olduğunu söyleyebilirim çünkü lise sıralarında okumuş olduğumuz “Oğullar ve Sevgililer (Sons and Lovers)” ve zamanında sansasyon yaratmış olan kitabı “Lady Chatterly’in Sevgilisi”ni (Lady Chatterly’s Lover) üslup ve içerik olarak çok net hatırladığımı söyleyemeyeceğim. Olgunluk döneminde bir D.H. Lawrence kitabı okumak, yazarın yaşadığı dönemi daha rahat irdelemek, aynı dönemde Türkiye’de kadın-erkek ilişkileri üzerinde düşünmek (ki aşağı yukarı büyük anneanne/ dedelerimizin kuşağıyla örtüşmekte) ve bu dönemde Türk edebiyatında aşk üzerine yazılmış romanlarla mukayese etme fırsatını verdi bana.

“Aşık Kadınlar”  20. yüzyılın başlarında İngiltere’nin bir madenci şehrinde yaşayan orta gelir seviyesinde ancak meslek sahibi iki kız kardeş ve onların karşısına çıkan iki erkek arasındaki ilişkiyi anlatmakta. Ancak burada benim dikkatimi çeken “aşk”ın hepsi için farklı bir anlamı/ tanımı var. Yani alışık olduğumuz prototip “aşk” olgusundan çok farklı duygu ve düşüncelere tanık olmak mümkün. Yazar bunu, bizi son derece sofistike, felsefi tartışmalara maruz bırakarak yapmakta. Ayrıca ilişkiler gelişirken hem duygusal gelgitlerin yaşandığına tanık olmak, hem de iki birey arasında eşitlik için verilen mücadele- yani kimsenin kendi duruşundan, fikirlerinden taviz vermek zorunda olmamasının batılı/ modern toplumlarda kadın- erkek ilişkilerinin temelini oluşturduğu kanısına vardım. Oysa tutucu veya kapalı toplumlarda karşı cinsler arasında böyle çekişmeler veya kişiliklerin bu kadar kuvvetlice ve korkusuzca ortaya konmasına rastlamak pek mümkün olmuyor. Özellikle bastırılan ve erkeğin hegemonyası altına girmek zorunda bırakılan taraf ise kadınlar.  Buna karşı çıkmak ise sonunda şiddete başvurulmasına bile neden olabiliyor. Üzülerek bu önemli farkın günümüze dek sürdüğü görüşündeyim. Aşık Kadınların tüm bunları düşündürten bir kitap olması, D.H.Lawrence’ın kanımca çok önemli bir yazar olmasının da bir kanıtı.  DEMET

D. H. Lawrence’ın Âşık Kadınlar’ının kahramanları iki kız kardeş olan Gudrun ve Ursula’dır. Gudrun ufak heykeller yapan bir sanatçı, Ursula ise bir öğretmendir. Lawrence’ın da büyüdüğü kasaba olan Nottinghamshire’da yaşayan bu iki kız, zengin bir madenci olan Gerald ve Rupert isimli bir ilköğretim müfettişi ile aşk yaşarlar. Rupert’in ilişkiler, karşı cins ve cinsellik hakkında farklı fikirleri vardır. Ursula ve Gudrun kuvvetli birer karakter olmalarına rağmen Ursula sonunda Rupert’in isteklerini kabul eder. Gudrun ile Gerald’da ise sanayici-sanatçı çekişmesini görüyoruz. Gudrun kendi düşüncelerinden hiç ödün vermez. Öte yandan Gerald ile Rupert arasında hiçbir zaman açıkça dile getirilmeyen eşcinsel bir çekim vardır. Kitap genelde bu dörtlünün diyaloglarından oluşuyor. Ölüm, evlilik ve kadın-erkek ilişkileri hakkında değişik felsefeler okuyoruz. Bazı bölümlerde Gerald’ın babası ve annesi ile yaptığı diyaloglarda bilhassa ölüm ve evlilik tartışmaları ön plana çıkıyor.

Kitabı bitirdiğimde insanların bu kadar her şey hakkında yorum yapıp, düşünürken hayatı ıskadıklarını ve kendilerini zorladıklarını düşündüm. “Farklı olmak” için hayatı bu kadar çok zorlaştırmak gerekli mi acaba??

Çok fazla tasvirin yer aldığı, duyguların uzun uzun anlatıldığı, diyaloglarla dolu bir klasik roman okuduk. Seneler önce “Lady Chatterley’in Sevgilisi”ni okuduğumda yazarın sembollere önem verdiğini öğrenmiştim. Burada da kişilerin duygularına ve hislerine yönelik çeşitli semboller kullanıldığını görüyoruz.  NURİZER


D.H. Lawrence


Yirminci yüzyılın ilk yarısında işçi kökenli tek İngiliz romancı olan David Herbert Lawrence, 11 Eylül 1885'te Nottingham yakınlarındaki Eastwood'ta dünyaya geldi. Bir maden işçisiyle öğretmenin oğlu olan Lawrence Nottingham'da liseyi bitirdikten sonra, maden işçilerinin yaşadığı mahallenin okulunda öğretmenlik yapmaya başladı. 24 yaşına geldiğinde English Review adını taşıyan bir edebiyat dergisi, çoğu serbest nazımla yazılmış şiirlerini basınca Lawrence'nin edebi yaşamı da başlamış oldu. Uzak bir dünya görüşüne yer vermeyip yapıtlarını yaratıcılığın içgüdüsel olduğuna inanan Lawrence, yazı yazmayı "İçinde yaşadığımız anın çıplak ve başkaldırıcı dışavurumu"sözleriyle tanımlıyordu. 1911'de “Beyaz Tavuskuşu” adını taşıyan ilk romanını yayınladı.

Nisan 1912'de Fridea Weekley ile tanışması yaşamının sonuna değin sürecek bir dönemi başlattı. Lawrence, Nottingham'daki profesörlerinden birinin soylu Alman kökenli karısı olan Frieda ile evlenip, Mayıs'ta Almanya gitti.

1913'te sanatsal yetenekleri olan genç bir adamın kendini bulma çabalarına ilişkin yazdığı otobiyografik eseri "Sons and Lovers"ı yayınladı. 1915'te yazdığı “Gökkuşağı”  adlı romanı Brangwen ailesinin üç kuşak öyküsü aracılığıyla toplumsal ve ruhsal değişimi ele alıyordu. Sözüm ona açık saçık içeriği nedeniyle yasaklandı. O tarihten sonra yazara bir pornograf gözüyle bakıldı.

Baskılar sadece kitabının yasaklanmasıyla oluşmadı. Birinci Dünya Savaşı'nın devam ettiği yıllarda karısının Alman savaş pilotu Manfred von Richthofen'in kardeşi olması nedeniyle Alman casusu olmakla suçlandı. Karı koca Lawrence'ler Cornwall'daki evlerini terk etmek zorunda bırakılarak resmi makamların gözetimi altında olacakları bir yere yerleştirildiler. Tüm bu olaylar nedeniyle büyük bir hayalkırıklığı yaşayan yazar, bir süre sonra ülkesini terk ederek önce Avrupa'nın çeşitli ülkelerini sonra da Avustralya ve Kuzey Amerika'yı dolaştı. Sekteye uğrayan yazarlık sürecine New York'ta yazdığı ve Gökkuşağı'nın devamı olarak değerlendirilen "Âşık Kadınlar"la geri döndü.

"Aaron'un Değneği" ve "Kanguru" adlı eserlerinde olduğu gibi birçok öyküsünde ve kısa romanlarında var olan politik sistemi ve ideolojileri eleştiren yazar, dünyaca bilinen romanı "Lady Chatterley'in Sevgilisi"ni 1928'de tamamlamıştır. Tüberküloza yakalanan D.H.Lawrence 2 Mart 1930'da Güney Fransa'da bulunan Vence'de dünyaya gözlerini kapamıştır. “ Bakire ile Çingene” yazarın ölümünden sonra keşfedilmiştir.
İnsanın doğal erotizminin, modern toplum tarafından tehdit edildiğini savunan deneme ve romanlarıyla ünlenen David Herbert Lawrence’ın sanatı hakkında bir kitap yazan Mina Urgan yazarı şu cümlelerle özetler: “Lawrance, çağdaşları, James Joyce ya da Virginia Woolf gibi, biçimsel açıdan bir yenilik yapmadı. Onda yepyeni olan biçim değil, içeriktir... Lawrance'ın ana konusu, her romanındaki gibi, insan ilişkileriydi...  Yaptığı yenilik, kadın-erkek ilişkisinde öteki romancılar gibi yalnız duygularla düşüncelerin değil, cinsel dürtülerin de etkisini vurgulamaktı

8 Ocak 2012 Pazar

Yeni Yıl Yemeğimiz



Geleneksel yılbaşı yemeğimizi bu yıl Erenköy Kitchenette’te yedik. Kitap tartışmadık ama çok keyifli vakit geçirdik. Kitap birlikteliğimizin üçüncü yılını doldurduk. Genelde okuyan bir grup olmamıza rağmen tartışmanın hepimize farklı bakış açıları getirdiğini öğrendik. Bazen hiç sevmeden okumadığımız bir kitabı tartıştıktan sonra daha iyi anlamış ve sevmiş olarak ayrıldık toplantıdan. Bazen de sevmedik okuduğumuzu, ama iyi ki okuduk dedik çünkü yazarı tanıdık, dönemi öğrendik, olayın geçtiği ülke ve o halkın davranışlarına ait bilgi sahibi olduk. Sonuçta üç yılda 27 kitap okuduk. En çok da bir sonraki ay ne okuyacağımıza karar verirken zorlandık. Ama sonuçta her okuduğumuzdan memnun kaldık.

Tartışırken güzel yemekler yedik. Çok gezen bir grup olduğumuzdan birbirimizin gezi anılarını dinledik. Bazen birlikte sergi gezdik, bazen fuarlara gittik, bazen sorunlarımızı paylaştık. Kısacası üç yıl evvel birbirimizi tanımazken şimdi çok güzel bir arkadaşlığımız oldu. Bu kitap birlikteliğimizin daha uzun yıllar devam etmesi dileğiyle…