2 Nisan 2024 Salı

işin aslı, Judit ve sonrası

 


                                                         Yazar: Sandor Marai

                                                         Özgün Adı: Az Igazi – Judit…

                                                         Orijinal Dili: Macarca

                                                         Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları

                                                         Çeviren: Esen Tezel

                                                         Basım Yeri / Tarihi: İstanbul, Şubat 2024, 11.Baskı

 

Bir beyefendi, bir hanımefendi ve bir hizmetçi... Macaristan’ın en büyük çağdaş yazarlarından Sándor Márai, sadakat ve yalanı, gerçeği ve arzulananı, toplumsal ilişkilerdeki dürüstlüğü ve tutukluğu, sevgiyi ve ayrılığı ustalıklı bir dille anlatırken, ikinci büyük savaşa doğru yuvarlanan bir dünyada, “yaşamak” ile “var olmak” arasındaki derin uçuruma duyarlılıkla ve cesaretle eğiliyor.

Orta Avrupa’nın burjuva dünyası sessizce çökerken tutku, özlem ve gelip geçicilikle sarmalanmış bir hikâyenin keskin köşelerinde yalnızlıkla sınanan iki kadın ve bir adam: Gerçek aşk daima ölümcül müdür?

Usta yazar Sándor Márai, aşkın ne kadar ağır olabileceğini son derece büyük bir derinlikle anlatıyor; iki savaş arasındaki toplumun ahlaki portresini, eşine az rastlanır bir duyarlılıkla çiziyor.

 

Yorumlarımız:

 

Macar edebiyatının en büyük çağdaş yazarlarından Sandor Marai “İşin aslı, Judit ve sonrası” romanında iki dünya savaşı arasında Orta Avrupa‘da gelişen olaylarda temel konu ‘aşk’ gibi görünsede, iki kadın ve bir erkek odağında hayatı, burjuvayı, iki dünya savaşının toplum üzerindeki etkilerini sade ama etkileyici bir dille okuyoruz.

Üç bölümden oluşan roman aynı olayları farklı üç kişinin kendi açılarından değerlendirmesi ile ilerliyor. Bir beyefendi ‘Peter’, bir hanımefendi ‘İlonka’ ve bir hizmetçi ’Judit’ adeta karşılarında biri varmış da onunla sohbet edermiş gibi aşkın ne kadar zor ve ağır olabileceğini anlatırken bir yandan da Macaristan’da var olan sınıf ayrımlarını, burjuva ve proleterya arasındaki farklılıkların yavaş yavaş çökmeye başladığını anlatmaktadır. Tüm bu olayların arka planında Peter’ın arkadaşı Lazar da romana dördüncü karekter, bir üst akıl olarak dahil olmaktadır.

Üç kişiden ayrı ayrı dönemi ve yaşananları okuyoruz. İlk bölüm karşılıksız bir sevgi ile kocasına bağlı bir kadının perspektivinden anlatılıyor. Kadının aşkı ve sevgisi biraz saplantı, biraz tutku gibi.Kocasından karşılık bulamayan sevgisi evliliklerini hastalıklı bir hale getiriyor.

Diğer taraftan ilgi odağı  Peter kendini, büyüdüğü sevgisiz ve yanlızlık duygusunu yaşatan ev, aile, iş ortamını anlatırken kurallarla sınırlı burjuva yaşamını eleştirirken varoluşsal bir kriz yaşıyor, kendi ruhsal sıkıntılarına, dünyada ve ülkesinde süregelen savaş da eklenince iyice boşlukta kalıyor ve ilk gördüğü andan itibaren unutamadığı evlerine hizmetçi olarak gelen Judit‘e tutunuyor ve   tüm hikaye Judit ekseninde dönüyor,

Üçüncü bölümü Judit’in ağzından dinliyoruz.Başından beri sessiz, sakin görünen hizmetçi Judit bizi anlatımındaki derinlik ve gözlemleri ile şaşırtıyor. İçinden çıktığı  ailenin sefaleti altında ezilirken burjuva dünyasından intikam alırcasına çalıştığı aileyi, savaş dönemindeki Avrupa’nın tarihini, savaşın tüm dehşetini ve burjuvazinin tavrını  müthiş bir gözlem gücüyle anlatıyor, yoksulun gözünden burjuvazinin anlamsızlığını gözler önüne seriyor.

Üst akıl olarak  romana dahil olan yazar Lazar, üç karekterin hayatında  önemli bir sorgulama unsuru oluyor. Kendinden yeterince bahsedilmeyen Lazar aslında bir roman konusu olacak kadar ilginç ve derin.

Sandor Marai’in hem sosyolojik hem de psikolojik analizleri kitabı daha katmanlı okumamızı sağlıyor. Her cümle bir defa daha okutuyor kendini. Durup düşündürüyor. Peter’in” yanlızlık daha temiz havada yaşamak gibi bir şey” (sf129)

“Nizama uymayan birşeyle tanışmak istiyordum . Judit Aldozo işte bu yanlızlığın içine girdi.” (sf130)

Judit bulunduğu sosyal sınıf itibariyle  hayata dair çok kıymetli tesbitlerde bulunuyor. ”Eksizsizlik” Peter’in burjuva ailesinde gördüğüm en büyük tutku” diyor. “Huzur hayatlarında eksik, aile benim için gereklilik, zorunluluktur, onlar için ise bir görevdi”

Yazar Lazar’ın ağzından kültür kavramını derinlemesine işliyor. Macar burjuvazisinin çöküş hikayesi olarak da okunabilecek bu romanda kültür ve bilgili olma halini kalın çizgilerle birbirinden ayırıyor. Bilgi proleterin kendini yetiştirerek bilgili olabileceğini, kültür içinse bir yaşam biçiminin esas alınması gerektiğini  ve bunun da ancak gelenekle ortaya çıkabileceğini belirtirken kültür olgusunun burjuvaya mahsus olarak sunuyor. Lazar ‘ın “Vatan Macar dilidir“  derken onun ağzından Sandor Marai’ nin kendini ifade ettiğini ve ülkesinden ayrılmasına rağmen tüm romanlarını Macarca  yazmasının bu derin anlatıma bağladını gözlemliyoruz.

Severek ve ilgiyle okuduğumuz bu kitap ile Macar edebiyatı hakkında  daha detaylı bilgiye sahip olma fırsatı yakaladık, iki savaş arası Macaristan’ın tarihini tekrar hatırladık. Bir kitap tutkunu olarak okumadıysanız mutlaka okuyun  diyorum.Hayatımızdan kitaplar eksik olmasın…… BEYZA


17 Mart 2024 Pazar

Sándor Márai

 



Sándor Márai, 1900 yılında Kashau’da, bugünkü Slovakya’da doğdu. 1928 yılında Budapeşte’ye gazeteci olarak geri dönmeden önce farklı Avrupa şehirlerinde yaşamış ve öğrenimine devam etmiştir. 1948 yılında politik nedenlerden dolayı Budapeşte’yi terk etmek zorunda kalmıştır. Önce eşiyle Paris’e sonra Londra ve Salerno’ya gitmiş, 1952 yılında Kanada üzerinden California’ya göç etmiş ve 1989 yılında intihar edene dek burada yaşamıştır. Yaşamı boyunca elliden fazla roman yazdı. Macar edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan Sándor Márai’nin sıradışı zihinsel özgürlüğü ve liberal değerlere bağlılığı Hitler ve Stalin’e karşı çıkmasına yol açtı. 1945’te, Nazi rejimi ile yöneltilmekte olan Macaristan’ın yenikomünist rejime geçmesiyle Márai ülkesini terk etmeye karar verdi. 1948’de Macaristan’ı terk etti ve bir daha asla geri dönmedi. Eserleri ölümünden sonra tanındı ve birçok dile çevrildi. Avrupa’da Stefan Zweig ve Joseph Roth kadar saygın ve iyi bir yazar olarak bilinir; onlar gibi, yıkılan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun çöküşüyle birlikte yok olan parlak ve kozmopolit Orta Avrupa kültürünün 20. yüzyıldaki en büyük ve önemli temsilcilerinden biridir.


Usta ve Margarita

 

                                               



                                               Yazar: Mihail Bulgakov

                                               Orijinal Dili: Rusça                                                    

                                               Yayınevi: İş Bankası Yayınları

                                               Çeviren: Mustafa Kemal Yılmaz

                                               Basım Yeri / Tarihi: İstanbul, Mart 2023, 23. Baskı

 


Sovyet edebiyatının önde gelen adlarından olan Mihail Bulgakov, yapıtlarının çoğunda Sovyet bürokrasisini eleştirdi; bu nedenle Sovyet otoriteleriyle pek çok kez karşı karşıya geldi, yazdıkları sansürlendi. Yazarın Usta ile Margarita adlı dev yapıtı ise, kendi sağlığında değil, ölümünden yirmi altı yıl sonra, 1966'da yayınlandı. Üstelik yaklaşık seksen sayfası çıkarılmış olarak. Yayınladığımız bu kitap, sansüre uğrayan bu sayfaları da içeriyor. Usta ile Margarita, son derece kıvrak bir kurguyla birbirine bağlanan ayrı öykülerden oluşuyor. Otuzlu yıllarda, Moskova'da iki yazar, bir bankta oturmuş, İsa'nın gerçekten yaşayıp yaşamadığını tartışmaktadırlar. Birdenbire, yandaki bankta bir adam şekillenir ve sohbete karışır. Düzgün bir Sovyet vatandaşı gibi görünmektedir, ancak geleceği okuma yeteneğine sahiptir ilginç yabancı. Örneğin, yazarlardan birine öleceğini söyler, yazar gerçekten çok kısa bir süre sonra ölür. İkinci yazar ise, gene yabancının önceden bildiği gibi delirir ve akıl hastanesine kapatılır. Yabancı dediğimiz kişi ise, sosyalist Sovyet toplumunu ziyarete gelmiş olan şeytanın ta kendisidir ve bu kez adı Woland'dır. Woland ve yanındaki yardımcıları, Moskova'da fantastik bir alt üst oluşa neden olurlar; tıkır tıkır işleyen pek çok mekanizma, Bulgakov'un keskin kara mizahıyla parçalanır, dağılır, bozulur. Bu sırada, akıl hastanesine yatırılmış olan yazar, orada bir 'Usta'yla karşılaşır; 'Usta', ona kendi yazdığı, Pontius Pilatus'la ilgili kitabı, ayrıca Margarita'ya olan aşkını anlatır, ki zaten aklını kaybetmesine neden olan da, kaleme aldığı romandır. Tabii şeytan da, Bulgakov'un müthiş canlandırma gücüyle kılıktan kılığa girmekte, romandaki her öyküye nüfuz etmektedir. Usta ile Margarita, yirminci yüzyıl edebiyatının başyapıtlarından.


Yorumlarımız:

 

Ukrayna asıllı yazar Mihail Bulgakov bu büyük eserini 1928’den 1940 yılındaki ölümüne kadar tekrar tekrar okuyup değişiklikler yaparak yazıyor. Roman ancak 1966’da eşinin derlemeleriyle yayınlanabiliyor.

Kendini kara büyü uzmanı Profesör Woland olarak tanıtan şeytan ve yardımcılarının Moskova’ya gelişiyle başlayan ana hikaye onların sihirli oyunları ile sürüyor. Woland’ın yaptıkları Moskova’lıları çok zor durumlara soksa da, Woland aslında temas kurduğu hiç kimseyi bir şey yapmaya zorlamıyor. Sadece insanın gerçek doğasında bulunan zayıflıkları ortaya çıkarıyor. Romana ismini veren Usta ve Margarita’nın yaşadıkları da romanın ikinci katmanını oluşturuyor. Usta, yazdığı roman yayınlanmayınca bunalıma girmiş ve akıl hastanesine düşmüş bir yazar. Margarita ise evli olmasına rağmen Usta’ya ve yazdığı romana tutkuyla bağlı bir kadın. Aşkından sevgilisi uğruna şeytanla bile aynı masaya oturabiliyor. Usta’nın yazdığı romanın kahramanı olan Pontius Platus’un hikayesi de roman içinde roman olarak anlatılıyor Birbirinden farklı gibi görünen bu üç hikâyeyi yazar aynı eserde buluşturup harmanlıyor. Birbirinden farklı karakterleri, mekanları ve de zamanları sonsuz bir yaratıcılıkla betimliyor.

Bulgakov Usta ile Margarita’da gerçekle gerçeküstüyü, felsefeyle sistem eleştirisini dengeli bir dualizm ile ustalıkla birleştiriyor. Bunu kara mizah diliyle güldürerek, güldürürken de düşündürerek gerçekleştiriyor Bulkagov’un tüm fantastik anlatımlarıyla edebi bir şölene dönmüş olan Usta ile Margarita modern zamanın klasiklerinden biri. YÜKSEL

 

 

26 Şubat 2024 Pazartesi

Mihail Bulgakov

 



Mihail Afansyeviç Bulgakov, 15 Mayıs 1891’de bugün Ukrayna’nın başkenti olan Kiev’ de doğar. Yedi kardeşten en büyük üçüncüsüdür ve çocukluğunu kardeşleri için tiyatro ve komedi metinleri yazarak geçirdiği söylenir. Çocukluğundan gelen bu merakla Avrupa ve Rus Edebiyatı’na yönelen Bulgakov 1901 yılında Kiev’de First Kiev Gymnasium’da eğitim almaya başlar. Burada edebi temellerini oluşturan yazar 1909’da mezun olur ve tıp fakültesine geçer.

Annesi bir öğretmenken babası ilahiyat profesörü ve her iki dedesi de Rus Ortodoks Kilisesi’ nde din adamıydı. Ailesinin aksine dini bilimlerle ilgilenmek yerine babasının vefatından sonra annesinin ikinci eşinin mesleğinden –doktorluk- etkilenen yazar tıp bilimine yönelir. 1913 yılında tıp tahsilini yaparken Tatyana Lappa ile evlenir.

Birinci Dünya Savaşı dönemine denk gelen 1916 yılında mezun olan yazar, askerliğini pratisyen hekim olarak Sovyet Rusya’sının en ücra köşelerinde yaparken bu dönemdeki gözlemlerini ve tecrübe ettiği anılarını “Genç Bir Köy Hekimi” adlı kitabında öyküleştirir.

Orduda görev aldığı süreçte iki kez yaralanan yazar uzun süre morfin tedavisi görmek zorunda kalır. 1918 yılında neredeyse bağımlı hale geldiği morfini kendi iradesiyle terk ederken “Morfin” adlı eserini kaleme alır. Tezkeresini aldıktan sonra Ukrayna militanları, Beyaz Ordu ve Kızıl Ordu’nun savaş halinde olduğu Kiev’e dönen Bulgakov, Beyaz Ordu’da doktor olarak hizmet verdiği sırada ağır tifüs rahatsızlığı sebebiyle doktorluğu bırakıp bir süre gazetecilik yapmaya karar verir.

1919’da Vladikazkav’a taşınıp bir süre Kafkaslar’da bulunan yazar daha sonra ömrünün sonuna kadar yaşayacağı Moskova’ya taşınmıştır.Bu büyük ve büyülü şehre taşınmasından sonraki süreçte Bulgakov’un edebi eserlere kendini adadığını söyleyebiliriz. 1922- 1926 yılları arasında birçok oyun yazmasına rağmen bu oyunlar savaşın vahşetini ve dönemin baskısını yansıttığı için her defasında Stalin tarafından yasaklanıyordu. Bu arada 1924 yılında eşinden boşanıp ertesi yıl Lyubov Belozerskaya ile evlenecektir.

Aynı yıl çıkardığı “Köpek Kalbi” isimli eserinde Sovyet sisteminin ideallerini toplum üzerinde uygulamasına hicivli bir şekilde ele alan yazarın bu eseri de yasaklanmıştır.

1929’da yazarın hayatının zor geçecek 3.5 yıllık derin kriz dönemi başlar. Yayın yasağı bütün yapıtlarını kapsar hale gelir. Bu yıldan sonra, ne kitap yayımlatabilir, ne de bir oyunu sahnelenir. Bir süre yazmaya ara verir. Omuzlarında kesintisiz bir Sovyet baskısı hisseden Bulgakov, 1930 yılında çareyi dönemin lideri Stalin’e mektup yazmakta buldu. Stalin’e yazdığı mektupta yurtdışına çıkış izni istedi fakat bu isteği reddedilen yazara Moskova Sanat Tiyatrosu’nda sahne arkası bir iş teklif edildi.

Teklifi kabul eden yazar burada en büyük eseri olan ve yazımı tam 11 yıl süren “Usta ve Margarita”’yı yazmaya başladı. Diğer eserlerine gelen yasaklara ve bu eserini de muhtemelen yayımlayamayacağını bilmesine rağmen kendini ifade etmekten çekinmeyen yazara hayran olmamak elde değil.

Bulgakov aynı dönemde Usta’daki Margarita olarak kabul edilen Elena Shilovskaia ile 1932’de üçüncü evliliğini yaptı.

1927’den ölümüne kadar tüm eserleri yasaklı olan yazar hayatını idame ettirebilmek için çareyi ideolojik yönden Sovyet rejimi için sakınca içermeyen metinlere yönelmekte bulur. Cervantes ve Gogol gibi yazarların eserlerinden sonra  Moliere’in hayatını “Yobazların Oyunu” adıyla sahnede oynanabilir bir metin haline getirdi. Bir diktatörlük rejiminde yazarların rolünü anlatan bu oyunun Sovyet rejimi tarafından devlet politikasına paralel, uygun hale getirilmesi istense de Bulgakov bu isteği reddetti. Devlete karşı kendi inançlarında direnç göstermesi Bulgakov’u işinden etti. Daha sonra Moskova Operasında libretto yazarı olarak görevlendirildi. Bu arada Moskova Sanat Tiyatrosu’nun perde arkasını acımasızca yeren “Bir Ölünün Notları: Teatral Bir Roman”’ı yayınladı.

Yaşamının son dönemlerinde Stalin’in 60. yaş günü münasebetiyle onun devrimin ilk yıllarındaki yaşamını anlatan bir oyun yazdıysa da yine yakasına yapışan yasaklı damgasından kurtulamamıştı. Bunca olumsuzluğun içinde kör olan yazar artık yazılarını eşi ile birlikte yazıyordu.

10 Mart 1940’ta böbrek yetmezliğinden 49 yaşında yaşama veda eder. Usta ve Margarita ölümünden yıllarca sonra ancak 1966-67 yıllarında, eşinin gayretleriyle Moskova Dergisi’nde yayınlanabilir. Kitaplaşması ise 1973’ü bulur.


13 Şubat 2024 Salı

15. YIL





                                                                         06.12.2010


Sevgili Okur,

Ne derler, ‘Eğer nefes alıyorsanız hiçbir şey için geç kalmış sayılmazsınız’. Biz de 8ekiz Kitap Kulübümüzü(‘8KK’) kurduğumuzda çoğumuz emekli olmuştuk bile. Yıl 2009 idi. Farklı yazarlardan, farklı dönemlerden, değişik coğrafyaları kapsayan  ve çeşitli türlerde romanlar okuyup; sürekli evlerde  toplanıp, Covid sırasında bile zoom üzerinden tartışabildiğimiz upuzun bir 15 yılı geride bıraktık. 8KK bizim dünümüz, bugünümüz ve yarınımız oldu.

Dün dünde kalmadı; zengin anılar, duygular biriktirdik. Yeni yazarlar, yeni diyarlar, bilmedik hayatlar öğrendik. Kendimizi geliştirdik, arkadaşlığımızı pekiştirdik, sevincimizi, üzüntülerimizi ve masalarımızı/yemeklerimizi paylaştık. Bugüne ulaştık. 8KK sayesinde hep birlikte bir sosyal projeye destek olmak gibi, bir gönül işini bile başardık. Bir Blog oluşturduk ve orada okuduğumuz kitapları paylaştık. 

Bugün dünden çok farklıyız: her kitap bizi aydınlattı, bilgi dağarcığımızı zenginleştirdi. Bazen kızdırdı, hüzünlendirdi, bazen şaşırttı, empati  duygumuzu geliştirdi. Kitaplar arkadaşlığımızı pekiştiren bağ, bilgimizi artıran öğretmen, sosyalleşmemizi sağlayan davetiye, ufkumuzu genişleten ışıklar oldular. Bizim çalışkan, kararlı, azimli, hoşgörülü, paylaşımcı, zaman zaman doğruyu bulmak için kavgacı tarafımızı ortaya çıkardılar.

Bugün bugündür demeyeceğiz;

yarın daha iyi, daha verimli olsun, daha neler okumalıyız, neler tartışmalıyız, diye çaba sarf edeceğiz. Kitaplarımızı okurken ve tartışırken  hiçbir zaman bir edebiyatçı kalibresinde olma iddiamız yok, gereği de yok. Ama sağlığımız, gücümüz, aklımız elverdiğince devam etmek, hep devam etmek istiyoruz, beraberce 8’ler olarak. Çünkü 8KK bizim artık yaşam sevincimizin bir parçası.

Bu şansı ilk 15 yılda  kendimize verebildiğimiz için gururlu ve mutluyuz. Gelecek yıllarımız için sevgimiz ve kitaplar bizi besleyecek. Umudumuz, hayalimiz bu. Nice güzel , 8KK lı, kitaplı yıllara… LEYLA

Son söz: sevgili okur siz de deneyin.



17.11.2011

                                                            

15 yılı geride bıraktık . Bu zaman içinde sadece 126 kitap okumadık ,aynı zamanda sevgi ve saygı ile aramızdaki dostluğu kuvvetlendirdik. Sevinçlerimizi birlikte kutladık, acılarımızı birlikte paylaştık. Pandemi dönemi ve pandemi sonrasında kayıplar yaşadık, dostluklar şekil değiştirdi, alışkanlıklarımız değişti, daha seçici, daha içedönük olduk. Bu dönemi 8’ler olarak bizler birlikteliğimizi koruyarak hasarsız atlatmayı başardık. Bu bizim sınavımızdı, şükürler olsun devam edebildik.

Benim hayatımdaki iyikilerimdensiniz, ne şanslıyım ki sizleri tanımışım .

Kitap bahane, dostluk şahane. IŞIL


                                                                      24.05.2014


8ekiz kitap kulübü olarak 15 yılı geri bıraktık. 8 meslek sahibi arkadaştan oluşan gurubumuzun bu günlere nasıl geldiğini düşündüğümde hepimizin Jim Rohn’un şu lafını farkında olmadan benimsemiş olduğumuzu farkettim; "Okuldaki eğitim, hayatınızı idame ettirmenizi sağlar. Kendinizi eğitmeniz ise, size bir servet kazandırır."

Edebiyat kendimizi, kendi dünyamız dışında başka dünyaları ve insanları keşfetmenin başlangıcıdır. Edebiyat kitaplarının, hayatı, insanı, gezegeni anlamak için birincil araç olduğunu söyleyebilirim. Kabul etmeyi, anlamayı, çözmeyi, reddetmeyi, teslim olmamayı deneyimlediğimiz yerlerdir roman ya da edebiyat kitabı sayfaları. Edebiyat uyuşukluğa kapılmayı, insanın kendi kendini tüketmesini, teslimiyet bayrağını çekmeyi engeller. Tüm bunlardan sonra yararcı doğrulamalara gerek var mı? “Alberto Manguel de benzer bir yaklaşıma sahip. “Edebiyat dogma değildir: Sorular sorar, kesin yanıtlar vermez,” der.

Tüm bunları benimsediğinizde ise Goethe’nin sözüne ulaşır insan; İçinde iyi yanı bulunmayacak kadar kötü kitap yoktur.

Sanırım biz bu bilince kitap kulübümüzde ulaşabildik ve seneler akıp gitti, daha nicelerine sağlıkla ve keyifle. DEMET



                                                                             24.02.2015


Dile kolay tam 15 Yıl…. Şubat 2009’da başladığımız serüvenin bu kadar uzun süreceği hangimizin aklına gelirdi. Ben grubun yarısını tanımıyordum bile.

Tam 126 kitap… Yaklaşık 120 toplantı.. Pandemiden dolayı bunun 16 tanesi Zoom aracılığı ile olduğundan lezzetli sofralarda değil bilgisayar ekranlarında oldu ama tartışmalarımızın ateşi hiçbir zaman azalmadı.

Herkesin, her toplantıda kitabı okumanın yanı sıra, gerek kitap hakkında gerek yazar ve çevirmen hakkında ve hatta kitabın yazıldığı dönem hakkında araştırma yapıp gelmesi 8Kitap Kulübü’müze ne kadar önem verdiğimizi gösteriyor. Hiçbirimizin geçmişinde edebiyatçı kimliği olmadığından yolumuzu hep kendi insiyatifimizle bulduk. Geriye dönüp baktığımızda çok çeşitli romanlarla dolu bir kütüphanemiz oldu. Kimini sevdik, kimini sevmedik, kimini de tartışmalarımızdan sonra anlayıp sevdik. Ama ne mutlu ki her toplantıdan keyifle ayrıldık.

Buluştuğumuz sofralarda ev sahibinin yemeklerine olduğu kadar sofra düzenine de önem vermesi bu grubun ne kadar kıymetli olduğunu gösteriyor her birimiz için.

Kitaplarla pekişen dostluğumuz, paylaştığımız filmler, tiyatrolar, sergilerle kültürel boyutunun  dışında çocuklarımızın düğünleri, mezuniyetleri, torunlarımızın doğumu, doğum günü kutlamalarımız derken çok yönlü bir arkadaşlığa evrildi.

Daha nice 15 yıllara…NURİZER



                                                                       19.12.2018


Evet……aynı sekiz kişi ile başlayıp, hala sürdürmekte olduğumuz Kitap Kulubümüz, azimle, kararlılıkla yoluna başladığı şekilde devam ediyor….

Grup halinde yapılacak tüm eylemlerde olduğu gibi oldukça zorlayıcı sayılabilecek bir eylem. Keyfinize göre davranamayacağınız, arkadaşlarınıza verdiğiniz söze, yapılan seçimlere, ortak kararlara uymak zorunda olduğunuz bir ortam aslında bu. Ancak tamamen gönülden, herkesin tek tek ama  benzer dürtülerle motive olduğu ve gayret göstererek katıldığı okuma, tartışma, yeme-içme keyfiyle taçlandırma yaptığı buluşmalar, her katılımcının gerçekten istekli olması nedeniyle 15. Yılını doldurmakta….

 Yaşanılan sürecin en önemli, en zorlu tarafının, onbeş yıllık zamanda 130’a yakın kitabın okunması olduğu akla gelebilir belki ilk anda. Oysa, kaç sayfa olursa olsun, kitabı sevin ya da sevmeyin, ‘okumak’ işin en kolay yanı. Daha zorlayıcı ve kişisel olarak geliştirici tarafı ise, farklı içerik ve tarzda olan her bir kitap için kendinize göre bir üst bakış geliştirme alışkanlığı elde etmekte yatıyor. Düşünsel ve duygusal olarak sınırsız seyahatler yapma şansı yakalayabiliyorsunuz her yeni kitapla, isterseniz kendi kendizi aşmak için uğraşabiliyor,  arkadaşlarınızdaki farklı yönelişler sayesinde bu potansiyeli 8’e katlayabiliyorsunuz. Her kitap ve tartışma deneyimi aynı doygunlukla sonuçlanmasa bile bu geçen seneler sonucunda, beklenmedik, hesaplanmadık durumları iyi değerlendirmeyi de öğreniyorsunuz. Bizler, ’Kitap bahane Dostluk ve Sohbet Şahane’ diyebileceğimiz buluşma ritüeli geliştirmiş olmamız sayesinde her toplantıyı iple çekmeye devam edeceğiz sanırım bir 15 sene daha…..UFUK



                                                                   
                                                                         24.11.2021

                                                                       

Biz 8 kadın 2009 yılının Şubat ayında başladığımız ve yaşamımızın önemli bir parçası haline gelen kitap kulubümüzü 15 yıldır aralıksız sürdürüyoruz. Her ay okuduğumuz bir kitabı birimizin evinde toplanarak enine boyuna tüm katmanları ile konuşuyoruz tartışıyoruz tabiki güzel sofralar ve lezzetli yemeklerde kitap kulubümüze eşlik ediyor. Bu buluşmalarımıza sadece pandemi yıllarında ara verdiysek de kitap kulubümüzü zoom üzerinden devam ettirdik. Kitaplarla kah bilgilendik kah bakış açımızı genişlettik tartıştıkça her kitap bizle çoğaldı, zenginleşti. Hepsinden önemlisi ise arkadaşlığımız büyüdü güçlendi. Bizim için vazgeçilmez olan kitap kulubümüzün inşallah daha çok uzun yıllarını kutlarız. YÜKSEL



21.05.22
                                                      


Kitap sevgisi,okuma alışkanlığı ve de bunu paylaşma hevesi ve keyfinden yola çıkarak biz sekiz kadının oluşturduğu kitap kulübümüzde on beşinci yılımızı kutluyoruz . İlk toplantımızı bugün gibi hatırlıyorum.. Ufuk’un evindeydik. Üzerinden on beş yıl geçmiş… dile kolay… Bravo bize…

Bu on beş yıl  boyunca her ay, yaz tatilleri dışında,okuduğumuz kitaplar, bir toplantı öncesinde yaptığımız titiz seçimler, tartışmalarımız, tartıştıkça daha çok zenginleşen kitaplar, bir masa etrafında oluşturduğumuz keyifli sohbetler ile bugüne geldik.

Zaman içinde daha sistematik hale getirdiğimiz, disiplin ve iş hayatından gelen hanimlar olarak bizlerin titiz yaklaşımı ile toplantılarımız keyifli buluşmalara dönüştü. Dostluklar, arkadaşlıklar pekişti bloğumuz oluştu, yorumlar yazıldı, birlikte sanat faaliyetleri ve seyahatler yapıldı. Ailelerimizin mutlu günleri kutlandı, üzüntüler birlikte hafifletildi.

Ne mutlu bize. Bu seçkin kitap kulübünün bir parçası olduğum için mutluyum, gururluyum…Nice senelere sevgili sekizler…  BEYZA



                                                                         26.12.2023


Şanslı olduğumu hissediyorum. Kendine saygı duyan,  sorumluluk bilincinde, okumayı seven yedi arkadaşa sahip olduğum için.  

Çoğumuz birbirimizi tanımıyorduk. Aynı kitabı okuyup tartışmak  bizi, dostluğumuzu  geliştirdi. Zevkle yüzü aşan kitabı okuduk. Kararlarımızı ciddiye alıp, yaptığımıza saygı duyduk. Zamanla tartışma tarzımız oluştu.  Tartıştıkça kitaplar olgunlaştı, yazarlarını da daha iyi tanımaya çalıştık.

Esas amaç kitaptı, ama bununla da kalmadık. Evlerde yaptığımız toplantıda dünya mutfağından sunumlar yaptık. Hatta yemek bloğumuz  oluştu. Pandemi döneminde ise ara vermeden online devam ettik.

Geziler, yaş günleri, çocuklarımızın düğünleri, torunlarımızın doğumları birlikte kutlayarak, adeta büyük bir aile olduk.

Sosyal etkinliklerimize insani yönümüzü de katarak  bir üniversite öğrencisini okutuyoruz. Bu yıl 3. öğrencimiz mezun olmak üzere.

Hepimiz bir görev yüklenerek başarıyla sürdürdüğümüz, toplantılarımız, resimlerimiz, bloğumuzla yolumuza devam ediyoruz.

İyi günde, zor günde hep birlikte olduğumuz, kendimizi zevkle okuyarak geliştirdiğimiz bu gurubun parçası olmaktan mutluyum.

Daha nice güzel yıllara. 15. Yılımız kutlu olsun. ZELİHA